Dostumla Hasbihal - 2

Dostum nasılsın görüşmeyeli? Evet başımıza büyük isler geldi demiştim ya, demek büyük ve önemli şeyler yapılmış. Başımıza gelen sefa gelmiş. Ne gam! İşler iyiyken alkış kıyamet iken beraber olduklarımızı simdi başımıza bir şeyler geldi diye terk edecek değiliz ya? Başımıza düşen taşı yukarı atanın da pesine düşmeyelim. Senin yolunun Rehberi-i Ekmeli yerini terk eden okçuların pesine düşmüş müydü ki? Bize de onu takip etmek düşmeli.
 
Herkes heyecanla koştururken olan olmuş. İyi ki de olmuş diyorum bazen. Ama sonra sus diyorum kendime. “Paletler altında ezilen, hayattan bezdirilen onca masum ‘dostuna’ ayıp değil mi?” diyorum? Susuyorum. Rabbim sen görüyorsun diyorum. Yapanları sana havale ediyorum diyorum. Zira biliyorum olan senin kudret dairenin dışında değil ki? Sen olduruyorsun, bize boyun bükmek düşer.
 
Ama başımıza düşen taşı birisi yukarı atmıştı ki gelip başımıza düştü, öyle değil mi? O atmasaydı düşmeyecekti. Bulalım o taşı atanı ve soralım hesabını. Peki sonra diyorum ki, Kader’in payı nerede? Yani (hasa) Kader’e rağmen, Kader’ Yazan’a rağmen mi düştü o tas? Hani imanın şartlarında öğrenmiştik, hayrın ve şerrin O’ndan olduğuna (cc). Bu şer de O’ndan değil mi? Eğer öyleyse, ki öyledir, hani güzel günlerdeyken söylerdik, “Lütfun da hoş Kahrın da hoş” . Lütuf hoş idi, şimdi biraz kahir düştü payımıza. Hoş diyorduk ya. E hoş olan ve göndereni belli olan şeyin pesine düşmek kadere ayıp olmuyor mu?
 
Sen de şimdi “e ders almak lazım değil mi?” deme. Ama diyebilirsin tabii ki. Neticede sen dostsun. Dostluğun gereği olarak dersin. Gocunmam.
 
Evet ders almak lazım. Ama Firavuna kavl-i leyyin ile giden Musa (as)nın yolu değil mi bu? O zaman gel beraber yürüdüğümüz, biraz dikkatsiz davranıp taşı yukarı atmış arkadaşın yüzüne vurmayalım bunu. O zaten anladı. Anlamazsa da zaman ona öğretir. Biz de ‘kavl-i leyyin ile söyleyelim ona. Hep beraber diyelim ki şu an ve bundan sonra yürürken daha dikkatli yürüyelim, kendi şeritlerimize dikkat edelim. Yanımızdakilere de zarar getirecek şeyler yapmayalım. Yukarı taş atmayalım.
 
Sana zor bir şey daha söyleyeyim mi? Hep zordan mi dem vuruyorum? E dedik ya madem büyük isler yapmaya kalktın başına büyük şeyler gelecek. Zor olacak yani. Ama o zorluktaki tadı sen biliyorsun zaten. Bazen sen bir doğruyu göreceksin, ama yanında kimseye bunu gösteremeyeceksin. Göremeyecekler. İkna edemeyeceksin. O zaman sen yine zor olanı yapacaksın. Sabredeceksin. O arkadaşlarınla yola koyulacaksın yine. Zira bu yolu bize tarif edenler zaten böyle tarif etmedi mi? Bu yol kisacik ve zahmetsiz demediler, uzun dediler. Menzili çoktur dediler. Derin sular var dediler. Kandan irinden deryalar var dediler. Senle ben de varız dedik. Yalan miydi ki? Değildi bence.
 
Ama sanki çok ta hayal edemedik bu kadar da olacağını. Sarsıldık onu için. Ama toparladık be dostum. Bak yine koyulduk yola. Bak yine her yerde ocaklar tütmeye başladı. Güller biraz sarsıldı ama bahçıvanlar kendilerini toparladı ve hem güllerin diplerini temizledi, suyunu vermeye başladı. Sanki bu defa daha bir gür açacak güller. Sen ne dersin? Zira bahçıvanlar bu arada kendilerini biraz daha yetiştirdiler.
 
Dostum ukalalık sayma ama bir şey diyerek bitireyim. Bu sefer güller açmaya, ‘Çağlayan’lar susuz gönüllerin imdadına yetişmeye başladığında ve her yer yeşerdiğinde “her şeyi sahibine verecek kadar olgun ve Yüce Yaratıcı’ya karşı edepli ve saygılı” olmayı unutmayalım olur mu? 
 
Biliyorum sözü çok uzattım. Ama doluydum biraz. Dedim ya içimi doktum sana! Yolun ve bahtın açık olsun. Son isteğim senden, eğer bir gün beni yolda oyalanırken ya da sendelerken görürsen elimden tutarsın değil mi? Dostumsun ya, bırakmazsın beni.
 
 

Comments

Popular posts from this blog

Is partial or selective peace possible for a cohesive country?

Mutlu Musunuz?

The traumatic legacy of the July 15 2016, the so-called coup attempt